İLK CANLININ HAMMADDELERİNİN ORTAYA ÇIKIŞI:
UREY-MİLLER DENEYİMikroskobun bulunması ile
önce çok hücreli canlıların “kendiliğinden
türeme” yoluyla oluşmasının mümkün
olmadığı, mikroskobun gelişmesiyle ise en
basit tek hücrelilerin bile “kendiliğinden
türeme” yoluyla oluşamayacağı anlaşıldı.
Böylece canlılar ile cansızlar arasındaki
uçurum iyice açıldı ve her canlının ancak
başka bir canlıdan türeyebileceği öğrenildi.
Bu gelişme, Evrim Teorisi’nin neden ortaya
konduğunu ve benimsendiğini anlamak açısından
da çok önemlidir. “Kendiliğinden
türemenin” imkansızlığının anlaşılması,
sadece doğanın içinde kalmayı arzu edenlere
Evrim Teorisi’nin dışında bir şık
bırakmıyordu. Fakat bütün canlıların
birbirinden türediğini savunsa da, Evrim Teorisi
de, en az bir defa, “kendiliğinden türeme”
yoluyla ilk canlının oluştuğunu, böylece
abiyogenezin (abiogenesis) gerçekleştiğini
kabul etmek zorundadır.[170] Pastör yaptığı
dikkatli deneylerden sonra zaferini şöyle ilan
etti: “Bundan sonra kendiliğinden türeme
düşüncesi bir daha canlanmasına olanak
olmayacak şekilde ölmüştür.” Pastör’ün
düşüncesi, tarih boyunca “kendiliğinden
türemeyi” mümkün görenlere olduğu kadar,
bunu bir kereliğine mümkün gören evrimcilere
de zıttır. “Hayat yalnız hayattan gelir”
diyen Pastör’ün düşüncesi, bir kereliğine
bile olsun ihlal edilmeden, tamamen natüralist ve
mekanist bir Evrim Teorisi savunulamaz.[171]Darwin
“Türlerin Kökeni” ni şu cümleyle
bitirmiştir: “Yaratıcı’nın meydana
getirdiği bir veya birkaç basit canlı formundan
diğerlerinin evrimleşmiş olduğunu öngören
bir hayat görüşünde yücelik vardır.”[172]
Darwin, bu ünlü cümlesinde ilk canlının
Tanrı’nın doğrudan müdahalesi ile
yaratıldığını söylemiş olmaktadır. Diğer
yandan 1871 yılında yazdığı bir mektubunda,
sıcak su birikintilerinde güneş ışığının
etkisiyle ilk canlıların oluşmuş
olabileceğini söyleyerek , ilk canlının
oluşumu için mekanist bir süreç
öngörür.[173] Darwin’in döneminde canlı ile
cansız arasındaki uçurum açılmış olmasına
rağmen, yine de protein, DNA, RNA, mitekondri
gibi hücre içi yapıların kompleksliği
keşfedilmediği için, tek hücreli yapıların
olduğundan çok basit olduğu zannediliyordu.
Haeckel, hücrenin, basit kimyasal birleşiklerden
oluşan bir yapı olduğunu düşünüyor ve
hücreyi, “homojen bir plazmadan oluşan
damlacık” (homogenous globule of plasm) olarak
niteliyordu. Darwin’in en yakın
arkadaşlarından ve destekçilerinden olan Huxley
ise, ilk canlılığın, kimyasal bileşimlerin
bir araya gelmesi ve kendiliğinden reaksiyona
girmeleri gibi iki aşama ile oluşmuş olması
gerektiğini söylüyordu.[174]...
Görİlk canlının ortaya çıkışıyla ilgili
detaylı bir hipotez ilk olarak Rus biyokimyacı
Oparin tarafından 1924 yılında ortaya
konmuştur. O, dünyanın ilk atmosferinin
günümüzdeki atmosferden farklı olduğunu; o
dönemdeki atmosferde***onyak, metan, hidrojen, su
buharının bulunduğunu,***a oksijenin
bulunmadığını ileri sürdü. Ultraviyole
ışığı gibi etkilerle bu ortamda***ino asit,
şeker, lipid gibi canlılığın hammaddelerinin
oluşabileceğini iddia etti. Oparin, bu
hammaddelerin okyanuslarda ve göllerde önemli
miktarda buluşup, basit ilk canlı formunu
oluşturduğunu düşünüyordu.[175]1953
yılında Stanley Miller, doktora danışmanı
olan Harold Urey ile beraber, Oparin’in ve
Haldane’in öngörülerine dayanarak bir deney
oluşturdular. Amonyak, metan, su buharı ve
hidrojenden oluşan deney ortamına elektrik
şarjı verdiler ve canlıların yapı taşını
oluşturan 20***ino asidin üçünü elde
ettiler.[176] Bu deney, Evrim Teorisi’ni anlatan
kitaplarda önemli bir yere sahiptir. Fakat bu
deneyle ilgili önemli sorunlar ilerleyen
dönemlerde gündeme gelmiştir. İlkel atmosferin
bileşenlerinden biri su ise, ışınlar su
buharının parçalanmasına sebep olup serbest
oksijenin açığa çıkarmış olmalıydı.
Yerbilimci Harry Clemmey ve Nick Badham 3.7 milyar
yıllık en eski kayaların olduğu dönemden beri
oksijenli bir atmosfer olduğunu ortaya koydular;
ilkel atmosferin -Oparin ve Haldane hipotezine
dayanarak deney yapan Urey ve Miller’in
kurguladığı gibi- oksijenden yoksun olduğunu
söylemenin sadece bir “dogma” olduğunu
söylediler.[177] İlkel atmosferde oksijen
olması; oksijen, oluşacak***ino asitleri
oksitleyerek daha kompleks moleküller
aşamasını baştan engelleyeceği için
önemlidir.Oparin-Haldane hipotezinin temel
alınarak deney yapılmasının bir diğer nedeni,
onların öngördüğü***onyak, metan ve
hidrojenli atmosferden***ino asit oluşumunun
enerji açığa çıkarak gerçekleşmesidir.
Diğer yandan yerbilimsel verilerle daha uygun
olan nitrojen, karbondioksit ve su buharı ile
oluşan atmosferden***ino asit oluşabilmesi,
enerjinin ortalama eklenmesini gerektirir.
Urey-Miller deneyinin bir sorunu da, onların
öngördüğü atmosferde kısa dalga boylu
ultraviyole ışınları***ino asit oluşumuna
sebep olacakken, diğer yandan uzun dalga-boylu
ultraviyole ışınları oluşan***ino asitleri
hemen yok edecektir. Urey ve Miller deneylerinde,
oluşan***ino asitleri hemen soyutlayarak
koruyorlardı, oysa doğal ortamda böylesi bir
durum mümkün değildir.[178] Eğer ilkel
atmosferde oksijen olmasaydı bile, Urey-Miller
deneyinin, canlılığın hammaddesi olan***ino
asitlerin çıkışını izah etmekte önemli
sorunları olurdu. Ayrıca ilkel atmosferle ilgili
yapılan çalışmalarda, serbest hidrojenin dış
uzaya dağılmış olması gerektiğine kanaat
getirilmiştir. Bu ise metanın ve***onyağın
-Urey ve Miller deneyinin temel bileşimleri-
ilkel atmosferin temel unsurları olamayacağını
gösterir. Çünkü metan, karbon ve hidrojenin
birleşimidir;***onyak ise nitrojen ve hidrojenin
birleşimidir. Eğer hidrojen dış uzaya
dağılmışsa, karbon ve nitrojenle birleşip
metan ve***onyak oluşturamayacaktır. Jon
Cohen’in 1995 yılında Science dergisinde
yazdığı gibi, ilkel atmosfer, Urey ve
Miller’in 1953 yılında teklif ettikleri ortama
hiç benze***ktedir. [179]
Oguz Andaç
1 Ocak 2010 Cuma, 05:57
Burada dikkat edilmesi gerekli önemli bir nokta,
Evrim Teorisi... ’nin meydana
getirdiği paradigmanın yerbilimini
etkilediğidir. Deliller aksi yönde olmakla
beraber, özellikle canlılığın ortaya
çıkması için ilkel atmosferde oksijen
olmaması gerektiği için, bu görüş
yerbilimine de hakim olabilmiştir. Miller
canlıların hammaddesi olan***ino asitlerin
oluşumu metan gerektiği için, ilkel atmosferde
metan olması gerektiğini savunmuş, ilkel
atmosferin yapısının yerbilimsel
araştırmalarla tespit edilmesi yerine, Evrim
Teorisi’nin kabulleriyle ilkel atmosferin
yapısının belirlenmesi yolunu seçmiştir.
[180] Ancak sonradan elde edilen bulgular ile bu
husus sorgulanabilmiştir. Bu örnek de, Thomas
Kuhn’un, bilim adamlarının sahip oldukları
paradigmanın ön kabulleriyle olguları
değerlendirdiklerine ve bu önkabullerden dolayı
objektif olamadıklarına dikkat çekmesinin ne
kadar önemli bir uyarı olduğunu
göstermektedir.[181]DNA’nın yapısı,
Darwin’in “Türlerin Kökeni” kitabı
yayınlandıktan 94 yıl sonra, 1953 yılında
keşfedildi. Proteinlerin üç boyutlu karmaşık
yapısının anlaşılması da 1950’li yıllarda
gerçekleşmiştir. Bu keşifler, Evrim
Teorisi’nin en ünlü isimlerinden Huxley ve
Haeckel’in zannettiği gibi hücrenin,
“homojen bir plazmadan oluşan damlacık”
olmadığını, çok kompleks bir yapısının
olduğunu ortaya koymuştur. Bu kompleks yapının
en önemli ve en kompleks molekülü DNA’dır.
İnsan vücudu ile hücre arasında bir ***oji
yaparsak, DNA’nın hücrenin beyni olduğunu
söyleyebiliriz. Ayrıca DNA’dan gelen emirlere
uygun olarak haber taşıma, protein sentezleme
gibi vazifeleri yerine getiren RNA da, çok
karmaşık yapısı ve birçok vazifesi olan
hayati bir moleküldür. DNA’dan gelen emirlere
uygun olarak RNA’lar proteinleri sentezlerler.
Canlılığın en temel özelliklerinden biri
çoğalma olduğu için, canlının içinde
sürekli protein sentezinin gerçekleşmesi
gerekir. Bu ise DNA’nın sayesinde
gerçekleşmektedir. DNA kimyageri Robert Shapiro,
1986 yılında, ilkel atmosferde DNA’nın
hammaddelerinden deoksiriboz şekerinin elde
edilemeyeceğini ileri sürdü.[182] Bu da, ilkel
atmosferde proteinlerin hammaddelerinin oluşumu
kadar DNA’nın hammaddelerinin oluşumunun da
tartışmalı olduğunu göstermektedir.
Oguz Andaç
1 Ocak 2010 Cuma, 05:57
Paul Davies, The Origin Of Life, s. 60-61.Charles
Darwin, The Origin Of Species, s. 459-460. Francis
Darwin, Charles Darwin Yaşamı Ve Mektupları, s.
202.... [ Stephen C. Meyer, The
Explanatory Power Of Design, s. 115. Charles B.
Thaxton-Walter L. Bradley, Information And The
Origin Of Life, s. 181-182.] Ali Demirsoy,
Kalıtım Ve Evrim, s. 46-47. Harry Clemmey, Nick
Badham, Oxygen in the Precambrian Atmosphere: An
Evaluation of the Geological Evidence, Geology
Dergisi 10 (1982) s. 141-146; Aktaran: Jonathan
Wells, Icons Of Evolution, s. 17-18. Charles B.
Thaxton, Walter L. Bradley, Information And The
Origin Of Life, s. 184.Jon Cohen, Novel Center
Seeks to Add Spark to Origins of Life, (“Science
Dergisi” içinde); Aktaran: Jonathan Wells,
Icons Of Evolution, s. 19-21. Charles B. Thaxton,
Walter L. Bradley, Information And The Origin Of
Life, s. 183.] Thomas S. Kuhn, The Function Of
Dogma In Scientific Research, s. 356-357. Robert
Shapiro, Prebiotic Ribose Synthesis: A Critical
Analysis, (“Origins of Life and Evolution of the
Biosphere 18” içinde) (1988); Aktaran: Charles
B. Thaxton, Walter L. Bradley, Information And The
Origin Of Life, s. 182-183
Oguz Andaç
1 Ocak 2010 Cuma, 05:57
Bir***ino asitin doğru yerde olma olasılığı:
İki***ino asitin doğru yerde olma olasılığı:
x Üç***ino asitin doğru yerde olma
olasılığı: x x ... 584***ino
asitin doğru yerde olma olasılığı: Bu elde
ettiğimiz sayıyı daha önceden elde ettiğimiz
10351’de 1 sayısıyla çarparsak, belirli bir
proteinin hem sol-elli***ino asitlerden
oluşmasının, hem peptid bağı kurmasının,
hem de***ino asit dizilimini doğru
oluşturmasının olasılığını elde ederiz. Bu
da 10351 x 10759 = 101110’da 1 gibi, olasılık
olarak imkansız kabul edilen bir sayıya denk
gelmektedir (Matematikte genelde 1050’de 1’den
küçük olasılıklar bile imkansız olarak kabul
edilir). Proteinin***ino asit dizilimlerinde belli
bir bölgesinin aktif taraf olduğu, bu yüzden bu
bölgenin dışında***in asit değişimlerinin
tolere edilmesi gerektiği söylenebilir. Bu
yüzden elde ettiğimiz olasılık yükselebilir.
Diğer yandan proteinin hücrede gerekli yerde,
gerekli sayıda olması gibi ele almadığımız
hayati özellikler olasılığa dahil edilirse, o
zaman da olasılık daha düşer.Doğal
seleksiyon, canlıların yaşam mücadelesi
sonucunda oluşur ve ancak çoğalan canlılar
için geçerli olabilir. Daha canlı vasfına
sahip olmayan, oluşmamış bir molekül için
doğal seleksiyon mekanizması geçerli olamaz.
İlk canlının ortaya çıkmasıyla ilgili
kimyasal evrim sürecine, biyolojik evrim ile
***oji kurularak doğal seleksiyon mekanizması
uygulanamaz; bu mekanizma sadece üreyen canlılar
içindir. Ludwig von Bertalanffy bu konuda şöyle
der. “Seleksiyon daha iyi olanın
yaşayacağını söyler, bu yüzden kendine
yeten, kompleks, rekabet edebilen sistemleri
öngörür, bu yüzden seleksiyon bu sistemlerin
orijininin açıklamasını veremez.”[189]
Richard Dawkins doğal seleksiyonun, aşılması
imkansız görülen dağların bayırlarının
aşılmasını gerçekleştiren baskı unsuru
olduğunu söylemiştir.[190] Oysa canlılık
oluşmadan önce böylesi bir mekanizmanın
varlığını savunmak olanaksızdır.Doğal
seleksiyon mekanizması, tesadüfen oluşan
ucubelerin neden yaşamadıklarını
açıklayabilir, örneğin fonksiyonu olmayan
kanada sahip kuşların veya bir bacağı ek***
atların neden yok olduklarını açıklayabilir.
Fakat belirli bir proteinin oluşumuna bile, tüm
evrensel hammadde***ino asitlere dönüşse, tüm
evrensel zaman kullanılsa da olasılık
hesapları açısından imkan olmadığını
gördük. Doğal seleksiyon aslında eleyici bir
mekanizmadır, bu yüzden elenmeyen canlının
veya canlıların zaten oluşmuş olmasını da
gerektirir. Doğal seleksiyon, kuşun kanadının
oluşumunu değil, kanadı ek*** ve bozuk
kuşların elenme nedenini açıklayabilir; atın
ayağının oluşumunu değil, ayağı ek*** ve
kısa atların elenme sebebini ortaya koyabilir.
Evrim Teorisi’ni savunanlar, genetik bilimindeki
gelişmelerden sonra, canlıların oluşmasına
sebep olan değişimlerin DNA’daki mutasyonlarca
gerçekleştiğini savunmaya başlamışlardır.
Bu sefer, ilk canlının oluşumu için değil de,
yeni bir türün yepyeni bir özelliği için bir
proteinin oluşması gerektiğini kabul edelim. Bu
durum bizi, olasılıklar açısından çok daha
içinden çıkılmaz bir durumla
karşılaştırır. Daha önce bütün evrenin
bütün parçacıklarının her birinin***ino
asitlere dönüştüğünü düşünmüştük,
bunların kimyasal reaksiyonların olabilecek en
hızlı şekliyle (1012 defa saniyede) belirli bir
proteini oluşturmak için bir araya geldiklerini
farz etmiştik, fakat yine de olanaksız bir
sonuca ulaşmıştık. Oysa bu sefer odak
noktamız, evrenin küçük bir alanı olan
dünyanın, sadece bir bölümünü kapsayan
canlıların, sadece üreme vazifesini gören
DNA’larıdır. DNA dört tane nükleotitten
oluşur. Bunlar Adenin, Guanin, Sitozin ve
Timin’dir. DNA’da Adenin her zaman Timin’in,
Guanin ise her zaman Sitozin’in karşısındaki
çiftidir. DNA’daki çiftlerden üçü bir tane
amino asitin şifresini taşır ve RNA
moleküllerine şifrelerini aktararak protein
sentezini sağlarlar.[191] Mutasyonlar, DNA’nın
kendini çoğaltması (replikasyon) süreci
içinde oluşur. Bu süreçte oluşan sorunlardan
dolayı (radyasyon, v.b.) nükleik asitlerin
düşmesi ve değişmesi gibi olaylarla
proteinlerin değişimi veya ortaya çıkışı
açıklanmaya çalışılmaktadır.[192]
Canlının üremesi ve DNA’lardaki mutasyon
hızı, öncelikle bizim daha önce olasılık
hesaplarında kullandığımız saniyede 1012
defalık hızdan çok daha yavaştır. Üstelik
canlıların üreme hücreleri bütün evrene
göre çok dar bir alandır. Hele çok hücreli
canlıların ortaya çıkışından sonra (600
milyon yıl) bu hesabı yaparsak, zaman da çok
daralır. İlk tek hücrelilerin ortaya çıkış
tarihi olan 4 milyar yıl kadar öncesini alsak da
önemli bir değişiklik olmaz. Bir canlıda
kanadın veya ayakların oluşması, bir proteinin
ortaya çıkışından çok daha fazla değişimin
olması demektir. Üstelik DNA’nın rasgele
değişimine yol açan sorunlar birçok zaman
canlı için ölümcül olabilmektedir. DNA’da
her bir***ino asite karşılık 3 tane çift
geldiği için, bir proteinin DNA’daki şifresi,
proteinin kendisinden daha komplekstir. Bu yüzden
DNA’daki nükleotitlerin rasgele
değişimlerinin şifreyi değiştirmesiyle yeni
bir proteinin oluşma olasılığı,***ino
asitlerin rasgele birleşmeleriyle bir proteinin
oluşma olasılığından daha düşüktür.
Yaptığımız olasılık hesaplarının sadece
ilk canlının ortaya çıkışı açısından
değil, canlılardaki tüm değişimler
açısından önemi vardır. Doğal seleksiyonun
ucubeleri elediğini kabul etsek bile, doğal
seleksiyonun elemediği özelliklerin, öncelikle
mutasyonla ortaya çıkması lazımdır. İnsanın
dil yeteneği, bukalemunun değişimi, filin
hortumu gibi her bir türün kendine ait
özelliklerinin; olasılık hesabını
yaptığımız proteinden çok daha kompleks
olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Tesadüf
ile Evrim Teorisi’ni birleştirip ateist bir
bakış açısını savunanlar, şans ve zamanı
birleştirerek bütün canlılığın tüm
özelliklerini temellendirmeye
kalkmaktadırlar.[193] Oysa matematiğin
objektifliğinden güç alan olasılık
hesapları, doğal yasaların içindeki şansın
ve evrensel zamanın, canlılığın temel
yapıtaşlarından tek birini bile açıklamakta
çok yetersiz olduğunu gösterir.
Oguz Andaç
1 Ocak 2010 Cuma, 05:57
En basit canl... ı bile birçok
proteinden oluşur; üstelik canlının DNA’sı,
tüm bu proteinlerin şifresini içermekte olup
bütün proteinlerin toplamından daha
komplekstir. Paul Davies sırf bütün
proteinlerin tesadüfen oluşma olasılığını
1040000’de 1 olarak hesaplamaktadır.[194] Tüm
uzaydaki atom-altı parçacıkların sayısının
1090’dan az olduğu düşünülürse, bu
sayının nasıl imkansız bir olasılığı ifade
ettiği görülecektir. E. coli gibi çok basit
bir tek hücreli canlıda bile 4289 tane protein
vardır. Bu canlının proteinlerinin her birinin
vazifesini yapacak doğru yerde bile
bulunmasının olasılığı imkansız denecek
kadar azdır. E. coli’nin hareketini sağlayan
bakteri kamçısı (flagellum) 50 kadar proteinden
oluşur. Bu proteinlerin her birinin vazifesini
diğer 10 proteinin yapacağı gibi bir
olasılığı kabul etsek bile, bu 50 proteinin
yerinde olmasının olasılığı 1066’da 1
dir.[195]Eğer 4289 proteinin her birinin yerinde
olması için bu olasılık hesabını
tekrarlarsak karşımıza daha da inanılmaz bir
sonuç çıkacaktır.Türkiye’de Evrim
Teorisi’nin savunulmasında en etkin rolü
üstlenenlerden biri olan Ali Demirsoy,
olasılıkla ilgili bu sorunu kısa proteinlerden
sayabileceğimiz Sitokrom-C’yi ele alırken
şöyle açıklamaktadır: “Bir Sitokrom-C’nin
dizilimini oluşturmak için olasılık sıfır
denecek kadar azdır. Yani canlılık eğer
belirli bir dizilimi gerektiriyorsa, bu tüm
evrende bir defa oluşacak kadar az olasılığa
sahiptir denebilir. Ya da oluşumunda bizim
tanımlayamayacağımız doğaüstü güçler
görev yapmıştır. Bu sonuncusunu kabul etmek
bilimsel***aca uygun değildir. O zaman birinci
varsayımı irdelemek gerekir. Sitokrom-C’nin
belirli bir***ino asit dizilimini sağlamak, bir
maymunun daktiloda hiç yanlış yapmadan
insanlık tarihini yazma olasılığı kadar
azdır; maymunun rasgele tuşlara bastığını
kabul ederek.”[196] Demirsoy’un bu
yaklaşımı, bir kere daha, Kuhn’un,
paradigmalara bağlı olarak bilim yapmanın,
bilim adamlarının objektif olarak değerlendirme
yapmalarını engellemesine dikkat çekişinin,
göz önünde bulundurulması gereken değerli bir
uyarı olduğunu göstermektedir. Demirsoy da
olasılık hesaplarının “doğaüstü” bir
gücün varlığını gerektirdiğini
anlamaktadır. Fakat bunu bilimsel***aca -ki bu
pozitivist bilim paradigmasını ifade etmektedir-
uygun görmediği için; matematik gibi bilimler
arasında en objektif sayılan bir dalın
verilerine dayansa da, ortaya çıkan sonucu
-bizce- bu bilinçli tasarımdır(intelligent
design)- göz ardı edebilmektedir.
Oguz Andaç
1 Ocak 2010 Cuma, 05:57
kaynaklar... Cafer Sadık Yaran, The Argument From
Design In Contemporary Thought, s. 88. Paul
Davies, The Origin Of Life, s. 69-70....
Wen Hsiung-Li, Molecular
Evolution, s. 279. Stephen C. Meyer, Fizik Ve
Biyolojide Tasarım Kanıtları: Evrenin
Kökeninden Hayatın Kökenine, s. 79. Caner
Taslaman, Big Bang Ve Tanrı, s. 188.Steven Rose,
Lifelines, Oxford University Press, Oxford,
(1998), s. 255.[189] Charles B. Thaxton-Walter L.
Bradley, Information And The Origin Of Life, s.
177. Richard Dawkins, Climbing Mount Improbable,
s. 198 Jacques Monod, Rastlantı Ve Zorunluluk, s.
163-168 Wen Hsiung-Li, Molecular Evolution, s.
419-432. Jacques Monod, Rastlantı Ve Zorunluluk,
s. 111-117; Richard Dawkins, Climbing Mount
Improbable, s. 3-37.] Paul Davies, The Origin Of
Life, s. 73. William A. Dembski, No Free Lunch, s.
292.[196] Ali Demirsoy, Kalıtım ve Evrim, s. 61.
Yorumlar
UREY-MİLLER DENEYİMikroskobun bulunması ile
önce çok hücreli canlıların “kendiliğinden
türeme” yoluyla oluşmasının mümkün
olmadığı, mikroskobun gelişmesiyle ise en
basit tek hücrelilerin bile “kendiliğinden
türeme” yoluyla oluşamayacağı anlaşıldı.
Böylece canlılar ile cansızlar arasındaki
uçurum iyice açıldı ve her canlının ancak
başka bir canlıdan türeyebileceği öğrenildi.
Bu gelişme, Evrim Teorisi’nin neden ortaya
konduğunu ve benimsendiğini anlamak açısından
da çok önemlidir. “Kendiliğinden
türemenin” imkansızlığının anlaşılması,
sadece doğanın içinde kalmayı arzu edenlere
Evrim Teorisi’nin dışında bir şık
bırakmıyordu. Fakat bütün canlıların
birbirinden türediğini savunsa da, Evrim Teorisi
de, en az bir defa, “kendiliğinden türeme”
yoluyla ilk canlının oluştuğunu, böylece
abiyogenezin (abiogenesis) gerçekleştiğini
kabul etmek zorundadır.[170] Pastör yaptığı
dikkatli deneylerden sonra zaferini şöyle ilan
etti: “Bundan sonra kendiliğinden türeme
düşüncesi bir daha canlanmasına olanak
olmayacak şekilde ölmüştür.” Pastör’ün
düşüncesi, tarih boyunca “kendiliğinden
türemeyi” mümkün görenlere olduğu kadar,
bunu bir kereliğine mümkün gören evrimcilere
de zıttır. “Hayat yalnız hayattan gelir”
diyen Pastör’ün düşüncesi, bir kereliğine
bile olsun ihlal edilmeden, tamamen natüralist ve
mekanist bir Evrim Teorisi savunulamaz.[171]Darwin
“Türlerin Kökeni” ni şu cümleyle
bitirmiştir: “Yaratıcı’nın meydana
getirdiği bir veya birkaç basit canlı formundan
diğerlerinin evrimleşmiş olduğunu öngören
bir hayat görüşünde yücelik vardır.”[172]
Darwin, bu ünlü cümlesinde ilk canlının
Tanrı’nın doğrudan müdahalesi ile
yaratıldığını söylemiş olmaktadır. Diğer
yandan 1871 yılında yazdığı bir mektubunda,
sıcak su birikintilerinde güneş ışığının
etkisiyle ilk canlıların oluşmuş
olabileceğini söyleyerek , ilk canlının
oluşumu için mekanist bir süreç
öngörür.[173] Darwin’in döneminde canlı ile
cansız arasındaki uçurum açılmış olmasına
rağmen, yine de protein, DNA, RNA, mitekondri
gibi hücre içi yapıların kompleksliği
keşfedilmediği için, tek hücreli yapıların
olduğundan çok basit olduğu zannediliyordu.
Haeckel, hücrenin, basit kimyasal birleşiklerden
oluşan bir yapı olduğunu düşünüyor ve
hücreyi, “homojen bir plazmadan oluşan
damlacık” (homogenous globule of plasm) olarak
niteliyordu. Darwin’in en yakın
arkadaşlarından ve destekçilerinden olan Huxley
ise, ilk canlılığın, kimyasal bileşimlerin
bir araya gelmesi ve kendiliğinden reaksiyona
girmeleri gibi iki aşama ile oluşmuş olması
gerektiğini söylüyordu.[174]... Görİlk canlının ortaya çıkışıyla ilgili
detaylı bir hipotez ilk olarak Rus biyokimyacı
Oparin tarafından 1924 yılında ortaya
konmuştur. O, dünyanın ilk atmosferinin
günümüzdeki atmosferden farklı olduğunu; o
dönemdeki atmosferde***onyak, metan, hidrojen, su
buharının bulunduğunu,***a oksijenin
bulunmadığını ileri sürdü. Ultraviyole
ışığı gibi etkilerle bu ortamda***ino asit,
şeker, lipid gibi canlılığın hammaddelerinin
oluşabileceğini iddia etti. Oparin, bu
hammaddelerin okyanuslarda ve göllerde önemli
miktarda buluşup, basit ilk canlı formunu
oluşturduğunu düşünüyordu.[175]1953
yılında Stanley Miller, doktora danışmanı
olan Harold Urey ile beraber, Oparin’in ve
Haldane’in öngörülerine dayanarak bir deney
oluşturdular. Amonyak, metan, su buharı ve
hidrojenden oluşan deney ortamına elektrik
şarjı verdiler ve canlıların yapı taşını
oluşturan 20***ino asidin üçünü elde
ettiler.[176] Bu deney, Evrim Teorisi’ni anlatan
kitaplarda önemli bir yere sahiptir. Fakat bu
deneyle ilgili önemli sorunlar ilerleyen
dönemlerde gündeme gelmiştir. İlkel atmosferin
bileşenlerinden biri su ise, ışınlar su
buharının parçalanmasına sebep olup serbest
oksijenin açığa çıkarmış olmalıydı.
Yerbilimci Harry Clemmey ve Nick Badham 3.7 milyar
yıllık en eski kayaların olduğu dönemden beri
oksijenli bir atmosfer olduğunu ortaya koydular;
ilkel atmosferin -Oparin ve Haldane hipotezine
dayanarak deney yapan Urey ve Miller’in
kurguladığı gibi- oksijenden yoksun olduğunu
söylemenin sadece bir “dogma” olduğunu
söylediler.[177] İlkel atmosferde oksijen
olması; oksijen, oluşacak***ino asitleri
oksitleyerek daha kompleks moleküller
aşamasını baştan engelleyeceği için
önemlidir.Oparin-Haldane hipotezinin temel
alınarak deney yapılmasının bir diğer nedeni,
onların öngördüğü***onyak, metan ve
hidrojenli atmosferden***ino asit oluşumunun
enerji açığa çıkarak gerçekleşmesidir.
Diğer yandan yerbilimsel verilerle daha uygun
olan nitrojen, karbondioksit ve su buharı ile
oluşan atmosferden***ino asit oluşabilmesi,
enerjinin ortalama eklenmesini gerektirir.
Urey-Miller deneyinin bir sorunu da, onların
öngördüğü atmosferde kısa dalga boylu
ultraviyole ışınları***ino asit oluşumuna
sebep olacakken, diğer yandan uzun dalga-boylu
ultraviyole ışınları oluşan***ino asitleri
hemen yok edecektir. Urey ve Miller deneylerinde,
oluşan***ino asitleri hemen soyutlayarak
koruyorlardı, oysa doğal ortamda böylesi bir
durum mümkün değildir.[178] Eğer ilkel
atmosferde oksijen olmasaydı bile, Urey-Miller
deneyinin, canlılığın hammaddesi olan***ino
asitlerin çıkışını izah etmekte önemli
sorunları olurdu. Ayrıca ilkel atmosferle ilgili
yapılan çalışmalarda, serbest hidrojenin dış
uzaya dağılmış olması gerektiğine kanaat
getirilmiştir. Bu ise metanın ve***onyağın
-Urey ve Miller deneyinin temel bileşimleri-
ilkel atmosferin temel unsurları olamayacağını
gösterir. Çünkü metan, karbon ve hidrojenin
birleşimidir;***onyak ise nitrojen ve hidrojenin
birleşimidir. Eğer hidrojen dış uzaya
dağılmışsa, karbon ve nitrojenle birleşip
metan ve***onyak oluşturamayacaktır. Jon
Cohen’in 1995 yılında Science dergisinde
yazdığı gibi, ilkel atmosfer, Urey ve
Miller’in 1953 yılında teklif ettikleri ortama
hiç benze***ktedir. [179]
Evrim Teorisi... ’nin meydana
getirdiği paradigmanın yerbilimini
etkilediğidir. Deliller aksi yönde olmakla
beraber, özellikle canlılığın ortaya
çıkması için ilkel atmosferde oksijen
olmaması gerektiği için, bu görüş
yerbilimine de hakim olabilmiştir. Miller
canlıların hammaddesi olan***ino asitlerin
oluşumu metan gerektiği için, ilkel atmosferde
metan olması gerektiğini savunmuş, ilkel
atmosferin yapısının yerbilimsel
araştırmalarla tespit edilmesi yerine, Evrim
Teorisi’nin kabulleriyle ilkel atmosferin
yapısının belirlenmesi yolunu seçmiştir.
[180] Ancak sonradan elde edilen bulgular ile bu
husus sorgulanabilmiştir. Bu örnek de, Thomas
Kuhn’un, bilim adamlarının sahip oldukları
paradigmanın ön kabulleriyle olguları
değerlendirdiklerine ve bu önkabullerden dolayı
objektif olamadıklarına dikkat çekmesinin ne
kadar önemli bir uyarı olduğunu
göstermektedir.[181]DNA’nın yapısı,
Darwin’in “Türlerin Kökeni” kitabı
yayınlandıktan 94 yıl sonra, 1953 yılında
keşfedildi. Proteinlerin üç boyutlu karmaşık
yapısının anlaşılması da 1950’li yıllarda
gerçekleşmiştir. Bu keşifler, Evrim
Teorisi’nin en ünlü isimlerinden Huxley ve
Haeckel’in zannettiği gibi hücrenin,
“homojen bir plazmadan oluşan damlacık”
olmadığını, çok kompleks bir yapısının
olduğunu ortaya koymuştur. Bu kompleks yapının
en önemli ve en kompleks molekülü DNA’dır.
İnsan vücudu ile hücre arasında bir ***oji
yaparsak, DNA’nın hücrenin beyni olduğunu
söyleyebiliriz. Ayrıca DNA’dan gelen emirlere
uygun olarak haber taşıma, protein sentezleme
gibi vazifeleri yerine getiren RNA da, çok
karmaşık yapısı ve birçok vazifesi olan
hayati bir moleküldür. DNA’dan gelen emirlere
uygun olarak RNA’lar proteinleri sentezlerler.
Canlılığın en temel özelliklerinden biri
çoğalma olduğu için, canlının içinde
sürekli protein sentezinin gerçekleşmesi
gerekir. Bu ise DNA’nın sayesinde
gerçekleşmektedir. DNA kimyageri Robert Shapiro,
1986 yılında, ilkel atmosferde DNA’nın
hammaddelerinden deoksiriboz şekerinin elde
edilemeyeceğini ileri sürdü.[182] Bu da, ilkel
atmosferde proteinlerin hammaddelerinin oluşumu
kadar DNA’nın hammaddelerinin oluşumunun da
tartışmalı olduğunu göstermektedir.
Darwin, The Origin Of Species, s. 459-460. Francis
Darwin, Charles Darwin Yaşamı Ve Mektupları, s.
202.... [ Stephen C. Meyer, The
Explanatory Power Of Design, s. 115. Charles B.
Thaxton-Walter L. Bradley, Information And The
Origin Of Life, s. 181-182.] Ali Demirsoy,
Kalıtım Ve Evrim, s. 46-47. Harry Clemmey, Nick
Badham, Oxygen in the Precambrian Atmosphere: An
Evaluation of the Geological Evidence, Geology
Dergisi 10 (1982) s. 141-146; Aktaran: Jonathan
Wells, Icons Of Evolution, s. 17-18. Charles B.
Thaxton, Walter L. Bradley, Information And The
Origin Of Life, s. 184.Jon Cohen, Novel Center
Seeks to Add Spark to Origins of Life, (“Science
Dergisi” içinde); Aktaran: Jonathan Wells,
Icons Of Evolution, s. 19-21. Charles B. Thaxton,
Walter L. Bradley, Information And The Origin Of
Life, s. 183.] Thomas S. Kuhn, The Function Of
Dogma In Scientific Research, s. 356-357. Robert
Shapiro, Prebiotic Ribose Synthesis: A Critical
Analysis, (“Origins of Life and Evolution of the
Biosphere 18” içinde) (1988); Aktaran: Charles
B. Thaxton, Walter L. Bradley, Information And The
Origin Of Life, s. 182-183
İki***ino asitin doğru yerde olma olasılığı:
x Üç***ino asitin doğru yerde olma
olasılığı: x x ... 584***ino
asitin doğru yerde olma olasılığı: Bu elde
ettiğimiz sayıyı daha önceden elde ettiğimiz
10351’de 1 sayısıyla çarparsak, belirli bir
proteinin hem sol-elli***ino asitlerden
oluşmasının, hem peptid bağı kurmasının,
hem de***ino asit dizilimini doğru
oluşturmasının olasılığını elde ederiz. Bu
da 10351 x 10759 = 101110’da 1 gibi, olasılık
olarak imkansız kabul edilen bir sayıya denk
gelmektedir (Matematikte genelde 1050’de 1’den
küçük olasılıklar bile imkansız olarak kabul
edilir). Proteinin***ino asit dizilimlerinde belli
bir bölgesinin aktif taraf olduğu, bu yüzden bu
bölgenin dışında***in asit değişimlerinin
tolere edilmesi gerektiği söylenebilir. Bu
yüzden elde ettiğimiz olasılık yükselebilir.
Diğer yandan proteinin hücrede gerekli yerde,
gerekli sayıda olması gibi ele almadığımız
hayati özellikler olasılığa dahil edilirse, o
zaman da olasılık daha düşer.Doğal
seleksiyon, canlıların yaşam mücadelesi
sonucunda oluşur ve ancak çoğalan canlılar
için geçerli olabilir. Daha canlı vasfına
sahip olmayan, oluşmamış bir molekül için
doğal seleksiyon mekanizması geçerli olamaz.
İlk canlının ortaya çıkmasıyla ilgili
kimyasal evrim sürecine, biyolojik evrim ile
***oji kurularak doğal seleksiyon mekanizması
uygulanamaz; bu mekanizma sadece üreyen canlılar
içindir. Ludwig von Bertalanffy bu konuda şöyle
der. “Seleksiyon daha iyi olanın
yaşayacağını söyler, bu yüzden kendine
yeten, kompleks, rekabet edebilen sistemleri
öngörür, bu yüzden seleksiyon bu sistemlerin
orijininin açıklamasını veremez.”[189]
Richard Dawkins doğal seleksiyonun, aşılması
imkansız görülen dağların bayırlarının
aşılmasını gerçekleştiren baskı unsuru
olduğunu söylemiştir.[190] Oysa canlılık
oluşmadan önce böylesi bir mekanizmanın
varlığını savunmak olanaksızdır.Doğal
seleksiyon mekanizması, tesadüfen oluşan
ucubelerin neden yaşamadıklarını
açıklayabilir, örneğin fonksiyonu olmayan
kanada sahip kuşların veya bir bacağı ek***
atların neden yok olduklarını açıklayabilir.
Fakat belirli bir proteinin oluşumuna bile, tüm
evrensel hammadde***ino asitlere dönüşse, tüm
evrensel zaman kullanılsa da olasılık
hesapları açısından imkan olmadığını
gördük. Doğal seleksiyon aslında eleyici bir
mekanizmadır, bu yüzden elenmeyen canlının
veya canlıların zaten oluşmuş olmasını da
gerektirir. Doğal seleksiyon, kuşun kanadının
oluşumunu değil, kanadı ek*** ve bozuk
kuşların elenme nedenini açıklayabilir; atın
ayağının oluşumunu değil, ayağı ek*** ve
kısa atların elenme sebebini ortaya koyabilir.
Evrim Teorisi’ni savunanlar, genetik bilimindeki
gelişmelerden sonra, canlıların oluşmasına
sebep olan değişimlerin DNA’daki mutasyonlarca
gerçekleştiğini savunmaya başlamışlardır.
Bu sefer, ilk canlının oluşumu için değil de,
yeni bir türün yepyeni bir özelliği için bir
proteinin oluşması gerektiğini kabul edelim. Bu
durum bizi, olasılıklar açısından çok daha
içinden çıkılmaz bir durumla
karşılaştırır. Daha önce bütün evrenin
bütün parçacıklarının her birinin***ino
asitlere dönüştüğünü düşünmüştük,
bunların kimyasal reaksiyonların olabilecek en
hızlı şekliyle (1012 defa saniyede) belirli bir
proteini oluşturmak için bir araya geldiklerini
farz etmiştik, fakat yine de olanaksız bir
sonuca ulaşmıştık. Oysa bu sefer odak
noktamız, evrenin küçük bir alanı olan
dünyanın, sadece bir bölümünü kapsayan
canlıların, sadece üreme vazifesini gören
DNA’larıdır. DNA dört tane nükleotitten
oluşur. Bunlar Adenin, Guanin, Sitozin ve
Timin’dir. DNA’da Adenin her zaman Timin’in,
Guanin ise her zaman Sitozin’in karşısındaki
çiftidir. DNA’daki çiftlerden üçü bir tane
amino asitin şifresini taşır ve RNA
moleküllerine şifrelerini aktararak protein
sentezini sağlarlar.[191] Mutasyonlar, DNA’nın
kendini çoğaltması (replikasyon) süreci
içinde oluşur. Bu süreçte oluşan sorunlardan
dolayı (radyasyon, v.b.) nükleik asitlerin
düşmesi ve değişmesi gibi olaylarla
proteinlerin değişimi veya ortaya çıkışı
açıklanmaya çalışılmaktadır.[192]
Canlının üremesi ve DNA’lardaki mutasyon
hızı, öncelikle bizim daha önce olasılık
hesaplarında kullandığımız saniyede 1012
defalık hızdan çok daha yavaştır. Üstelik
canlıların üreme hücreleri bütün evrene
göre çok dar bir alandır. Hele çok hücreli
canlıların ortaya çıkışından sonra (600
milyon yıl) bu hesabı yaparsak, zaman da çok
daralır. İlk tek hücrelilerin ortaya çıkış
tarihi olan 4 milyar yıl kadar öncesini alsak da
önemli bir değişiklik olmaz. Bir canlıda
kanadın veya ayakların oluşması, bir proteinin
ortaya çıkışından çok daha fazla değişimin
olması demektir. Üstelik DNA’nın rasgele
değişimine yol açan sorunlar birçok zaman
canlı için ölümcül olabilmektedir. DNA’da
her bir***ino asite karşılık 3 tane çift
geldiği için, bir proteinin DNA’daki şifresi,
proteinin kendisinden daha komplekstir. Bu yüzden
DNA’daki nükleotitlerin rasgele
değişimlerinin şifreyi değiştirmesiyle yeni
bir proteinin oluşma olasılığı,***ino
asitlerin rasgele birleşmeleriyle bir proteinin
oluşma olasılığından daha düşüktür.
Yaptığımız olasılık hesaplarının sadece
ilk canlının ortaya çıkışı açısından
değil, canlılardaki tüm değişimler
açısından önemi vardır. Doğal seleksiyonun
ucubeleri elediğini kabul etsek bile, doğal
seleksiyonun elemediği özelliklerin, öncelikle
mutasyonla ortaya çıkması lazımdır. İnsanın
dil yeteneği, bukalemunun değişimi, filin
hortumu gibi her bir türün kendine ait
özelliklerinin; olasılık hesabını
yaptığımız proteinden çok daha kompleks
olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Tesadüf
ile Evrim Teorisi’ni birleştirip ateist bir
bakış açısını savunanlar, şans ve zamanı
birleştirerek bütün canlılığın tüm
özelliklerini temellendirmeye
kalkmaktadırlar.[193] Oysa matematiğin
objektifliğinden güç alan olasılık
hesapları, doğal yasaların içindeki şansın
ve evrensel zamanın, canlılığın temel
yapıtaşlarından tek birini bile açıklamakta
çok yetersiz olduğunu gösterir.
proteinden oluşur; üstelik canlının DNA’sı,
tüm bu proteinlerin şifresini içermekte olup
bütün proteinlerin toplamından daha
komplekstir. Paul Davies sırf bütün
proteinlerin tesadüfen oluşma olasılığını
1040000’de 1 olarak hesaplamaktadır.[194] Tüm
uzaydaki atom-altı parçacıkların sayısının
1090’dan az olduğu düşünülürse, bu
sayının nasıl imkansız bir olasılığı ifade
ettiği görülecektir. E. coli gibi çok basit
bir tek hücreli canlıda bile 4289 tane protein
vardır. Bu canlının proteinlerinin her birinin
vazifesini yapacak doğru yerde bile
bulunmasının olasılığı imkansız denecek
kadar azdır. E. coli’nin hareketini sağlayan
bakteri kamçısı (flagellum) 50 kadar proteinden
oluşur. Bu proteinlerin her birinin vazifesini
diğer 10 proteinin yapacağı gibi bir
olasılığı kabul etsek bile, bu 50 proteinin
yerinde olmasının olasılığı 1066’da 1
dir.[195]Eğer 4289 proteinin her birinin yerinde
olması için bu olasılık hesabını
tekrarlarsak karşımıza daha da inanılmaz bir
sonuç çıkacaktır.Türkiye’de Evrim
Teorisi’nin savunulmasında en etkin rolü
üstlenenlerden biri olan Ali Demirsoy,
olasılıkla ilgili bu sorunu kısa proteinlerden
sayabileceğimiz Sitokrom-C’yi ele alırken
şöyle açıklamaktadır: “Bir Sitokrom-C’nin
dizilimini oluşturmak için olasılık sıfır
denecek kadar azdır. Yani canlılık eğer
belirli bir dizilimi gerektiriyorsa, bu tüm
evrende bir defa oluşacak kadar az olasılığa
sahiptir denebilir. Ya da oluşumunda bizim
tanımlayamayacağımız doğaüstü güçler
görev yapmıştır. Bu sonuncusunu kabul etmek
bilimsel***aca uygun değildir. O zaman birinci
varsayımı irdelemek gerekir. Sitokrom-C’nin
belirli bir***ino asit dizilimini sağlamak, bir
maymunun daktiloda hiç yanlış yapmadan
insanlık tarihini yazma olasılığı kadar
azdır; maymunun rasgele tuşlara bastığını
kabul ederek.”[196] Demirsoy’un bu
yaklaşımı, bir kere daha, Kuhn’un,
paradigmalara bağlı olarak bilim yapmanın,
bilim adamlarının objektif olarak değerlendirme
yapmalarını engellemesine dikkat çekişinin,
göz önünde bulundurulması gereken değerli bir
uyarı olduğunu göstermektedir. Demirsoy da
olasılık hesaplarının “doğaüstü” bir
gücün varlığını gerektirdiğini
anlamaktadır. Fakat bunu bilimsel***aca -ki bu
pozitivist bilim paradigmasını ifade etmektedir-
uygun görmediği için; matematik gibi bilimler
arasında en objektif sayılan bir dalın
verilerine dayansa da, ortaya çıkan sonucu
-bizce- bu bilinçli tasarımdır(intelligent
design)- göz ardı edebilmektedir.
Design In Contemporary Thought, s. 88. Paul
Davies, The Origin Of Life, s. 69-70....
Wen Hsiung-Li, Molecular
Evolution, s. 279. Stephen C. Meyer, Fizik Ve
Biyolojide Tasarım Kanıtları: Evrenin
Kökeninden Hayatın Kökenine, s. 79. Caner
Taslaman, Big Bang Ve Tanrı, s. 188.Steven Rose,
Lifelines, Oxford University Press, Oxford,
(1998), s. 255.[189] Charles B. Thaxton-Walter L.
Bradley, Information And The Origin Of Life, s.
177. Richard Dawkins, Climbing Mount Improbable,
s. 198 Jacques Monod, Rastlantı Ve Zorunluluk, s.
163-168 Wen Hsiung-Li, Molecular Evolution, s.
419-432. Jacques Monod, Rastlantı Ve Zorunluluk,
s. 111-117; Richard Dawkins, Climbing Mount
Improbable, s. 3-37.] Paul Davies, The Origin Of
Life, s. 73. William A. Dembski, No Free Lunch, s.
292.[196] Ali Demirsoy, Kalıtım ve Evrim, s. 61.